Perşembe, Mart 28, 2024

Kış Uykusu Üzerine

-

Nuri Bilge Ceylan’ı duymayanınız yoktur, en azından Türk sinemasına az da olsa ilgili iseniz. Daha doğrusu bazılarının deyimiyle “NBC sineması.” Kendisiyle daha önceden tanışmış olmayı dilerdim. Filmlerinin uzun soluklu, diyalogdan ziyade memleket manzaralarıyla örülü olduğu ve onlarda renksiz, tekdüze görünen hayatları ele almasıyla bilinir. Karelere genellikle şiirsellik ve görsellik hâkimdir, nitekim Kış Uykusu’nda Shakespeare’den izlere rastlarız. Hatta olay örgüsünün geçtiği otelin isminin “Othello” olduğunu görürüz. 1982’de Yılmaz Güney “Yol” filmiyle Altın Palmiye kazanmıştı. Nuri Bilge ise Kış Uykusu ile Cannes 2014’ten Türkiye’ye Altın Palmiye getiren ikinci yönetmen ve tahmin edebileceğiniz üzere Kış Uykusu, Altın Palmiye kazanan en uzun film. Ayrıca bu kez film, sırtını her izlendiğinde daha da anlamlanan, kelimeleri ustaca örülmüş ve izleyiciyi doyuma ulaştıran diyaloglara yaslıyor.

Filmin genel hatlarına değinecek olursak ana karakter olan Aydın, 25 yıl tiyatro oyunculuğu yapmış ve oyunculuğu bıraktıktan sonra babasından kalan oteli işletmek için Kapadokya’ya dönmüştür, içinde hep bir yerlere gitme isteği taşıyarak… Aynı zamanda yerel bir gazeteye köşe yazıları yazmaktadır. Bu süreçte yanında olan iki kadından biri, hayatından aslında bihaber olduğu “hayat arkadaşı” Nihal ve dünyaya bambaşka pencerelerden baktığı kız kardeşi Necla’dır. Halkla iç içe yaşayıp halktan bir o kadar da uzaktır Aydın. “Türk Tiyatrosu Tarihi” isimli kitabı yazma çabasındadır fakat o gücü kendinde bulamaz, bu durumla yüzleşmeye de yoktur gücü. Bunun yerine yazdığı köşe yazıları kasabalardaki estetik yoksunluk, uyumsuzluk üzerinedir. Ailesinin beklentilerini yerine getirememiştir ve bunun farkındadır, bu sebeple anlamlı işler yapmak için çaba gösterir. Film bir yandan “kötülük” kavramını irdeliyor, herhangi bir gerekçesinin olup olmadığı veya kötülüğe karşı koyulmadığı zaman engellenebilirliği üzerine kişiyi sorgulatmakta. Fakat fikrimce ana tema; aidiyet duygusunun yoksunluğu, kişinin çevresine ve en önemlisi kendisine yabancılaşması sonucu ortaya çıkan birtakım varoluş sancıları.

Varoluşçulara göre insanın çevresiyle bir bütünlük oluşturması ve içinde yaşadığı dünyayı kendisinden bağımsız algılamaması durumuyla ortaya çıkan bütünlük içerisindeki varoluş algısı “dasein” kavramıyla açıklanır. Dasein, Almanca bir kelime olup “evrende bulunmak” anlamına gelmekle birlikte, diğer insanların fikirlerine veya isteklerine bağlı değildir ve tamamen kişiye özeldir (Yazgan İnanç ve Yerlikaya, 2012). Aydın karakteri, kendi otantik gerçekliğine ve içinde bulunduğu dünyaya yabancılaşmıştır; bunu cesur gibi görünüp aslında kendini gerçekleştirmeye yönelik bir eylemde bulunmaya gücünün olmaması, potansiyelinin farkına varamamasından ötürü Türk Tiyatro Tarihi kitabını yazmak yerine ilgi odağını başka yöne çevirip pek hâkim olmadığı konularda; aslında temelinde toplumu, değerleri aşağılama duygusu yatan köşe yazıları yazmasından anlayabiliriz.

Aydın ve Necla’nın tartıştığı bir sahnede eylemsizlikten bahsedilir, Aydın’a göre Necla bir amacı olmadan asalak gibi yaşıyordur. Necla’nın görüşü ise, kafasında daha fazla görüş barındıran kişinin hiçbir şey yapmasa bile diğerlerinden daha eylemci olduğu yönündedir. Bu sahiden böyle midir, yoksa hangi yöne gittiği belirsiz, amaçsız bir insanın savunma mekanizması mı? Sartre (2005)’ın özgürlük anlayışına göre kişi aldığı sorumluluk kadar özgürdür, burada Necla’nın herhangi bir eylemde bulunmayıp bunun getirdiği sorumluluktan kaçtığını görüyoruz, yani özgürlükten kaçışını.

Maslow (1968)’a göre, her birimizin biyolojik temele dayanan, değişmez ve değiştirilemez bir içsel doğası vardır. Sahip olduğumuz bu içsel doğanın bir bölümü tüm insanlıkla ortakken, diğer bölümü ise kişiye özgüdür. Bu eğilimler doğuştan getirilir ve çoğunlukla sağlıklı olmakla birlikte yapıcı yönde gelişim potansiyelini içerir. İnsan güdülerinin çok karmaşık ve birbirleriyle ilişkili olmasından ötürü Maslow, insanın belirli ihtiyaçlarının listesini yapmak yerine bunları beş ana sınıfta toplamıştır. Bunlar; fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, ait olma ve sevgi ihtiyacı, saygı ihtiyacı ve kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Aydın’ın ait olma ve sevgi ihtiyacı ile kendini gerçekleştirme ihtiyacı üzerinde durmak istiyorum daha çok.

Fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı belirli ölçüde doyurulduğu zaman, ait olma ve sevgi ihtiyacı belirir. Kişi; arkadaş, sevgili ya da eş eksikliğini hissetmeye başlar, insanlarla ilişki kurmak ve bir yere ait olmak, yer edinmek ister. Maslow (1968), iki tür sevgi olduğunu öne sürer. Bunlardan biri eksiklik sevgisidir ve içi sevgiyle doldurulan bir boşluktur. Fakat bu tür sevginin temeli eksikliğe dayandığı için bencil bir sevgidir ve vermekten çok almak üzerinedir. Varlık sevgisi ise başkasının varlığına duyulan çıkarsız ve bencil olmayan sevgidir. Bundan haz duyulur, sahiplenici değildir ve gereksinimden çok değer vermeyi vurgular. Eksiklik sevgisi doygunluğa ulaşabilir ancak varlık sevgisinin tamamen doyurulması mümkün değildir, bu yüzdendir ki yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olmaksızın gittikçe büyür ve gelişir. Aydın’ın Nihal’e beslediği sevginin varlık sevgisi olduğunu söylemek yersizdir. Sevgi adı altında hükmeder aslında, nasıl olsa gidecek yeri yoktur Nihal’in. Fakat bir nebze de olsa Nihal’in özgürleşme adına “kendi” attığı hayırseverlik adımları, sorumluluk alması, eşini işin içine katmadan başkalarıyla ilişki kurması bile Aydın’ı rahatsız etmeye yetmektedir. Ancak bunun tek açıklaması, kibirle yoğrulan hakimiyet arzusunun kıskançlığa sürüklenmesidir. Yani eksiklik sevgisi olarak tanımlayabiliriz. Tüm bunların yanında, son sahne tüm bu yazılanları ters düz ediyor. Aydın’ın kendiyle hesaplaşıp ölü toprağı üzerinden atması sonucu eksiklik sevgisi, varlık sevgisine dönüşüyor.

Her bireyin kendine özgü yetenekleri bulunur, kişi sahip olduğu bu özellikleri geliştirme ve kanıtlama ihtiyacı hisseder. Aslında önceki ihtiyaçlar her ne kadar doyurulmuş olsa da kişi kendini yine de rahatsızlık hissi içinde bulur ve bu durum hoşnutsuzluğa yol açar. Maslow (1968)’a göre bunun sebebi kişiyi güdüleyici güç olan kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Kişinin duyduğu rahatsızlığı aşması için “uygun olduğu şey” olma yolunda çabalaması gerekir. İnsan kendi doğasına sadık kalmalı ve olabileceği her şey olmalıdır. Kişinin kendisi dışındaki nesneler veya insanlar tarafından doyurulabilen eksiklik gereksinimleri insanlarda ortakken kendini gerçekleştirme kişiye özgü bir durumdur, çünkü her birey biriciktir. Filmin üzerinde yoğunlaştığı basamak tam olarak burası ve saygı ihtiyacıdır. Olaylar zinciri üzerinden Aydın’ın kendini gerçekleştirme uğruna çektiği acı ve son basamaklarda yaşanılan sıkıntılar anlatılır. Buraya Nihal’i de ekleyebiliriz çünkü o da kendini hayır işlerine adayarak var etmeye çalışmaktadır. Peki Aydın ve Nihal için kendini gerçekleştirmiş bireyler diyebilir miyiz? Kısmen. Bu ihtiyacın belirli ölçüde doyurulması yeterlidir. %20 de olabilir, %10 da. Eğer Aydın’ın kendine olan saygısı biraz daha fazla ve kişiler arası ilişkileri doyurucu olsaydı bu oran yükselirdi.

Son olarak hiyerarşinin genişletilmiş hâlinde bulunan estetik ihtiyacından bahsetmek istiyorum. Bu, kişinin güzellik arayışıdır. Aydın’ın yazılarından birinin teması Anadolu kasabalarındaki estetik yoksunluktur. Bu da onun estetik, düzen kaygısına sahip olduğuna işaret etmekte. Bir diğer kavram ise üstünlük ihtiyacıdır, kişinin özbenliğinin ötesindeki değerler tarafından güdülenir. Nihal’in hayırseverlik adına başkalarına hizmet etmesi de bu ihtiyaca yöneliktir. İhtiyaçlarımızı doyurabilmemiz dileğiyle…

KAYNAKÇA

Maslow, A. (1968). Toward a Psychology of Being Van Nostrand Reinhold

Sartre, J. P. (2005). Varoluşçuluk (A. Bezirci, Çev.). Say Yayınları.

Yazgan İnanç, B. ve Yerlikaya, E.E. (2012). Kişilik kuramları. Pegem Akademi Yayınevi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Estetikten Öğrenmeye: Ruhsallıkta Boşluğun İzleri

Yüzünü uzak tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Göremiyorum Yüzünü yakın tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Tat alamıyorum -Şükrü Erbaş Her deneyim anlardan oluşur. Nitekim...

Varoluşsal Nasır

“Vahşet gömülmeyi reddeder. Halk arasındaki inanışlar Hikayeleri anlatılana kadar Mezarlarında yatmayı reddeden Hayaletlerle doludur.” Judith Herman, Travma ve İyileşm Bizim kültürümüzde kötü haber tez yayılır,...

Nasıl Görünüyorum?

İnsan nasıl göründüğünü görebilmek için başka gözlere ihtiyaç duyar. Başka gözler, çok uzakta değil, kısa bir göz mesafesinde, yakındadır....

Kendini Arayan Gafil

                        “Kim korkmamıştır otururken kendi kalbinin perdelerinin önünde?Rilke Bu yazı, sözlerini Ahmet Ali Arslan’ın...

Psikanalitik Aile Terapisi

Psikanalizin felsefi alt yapısı kişinin öznelliğinin ve bireysel öyküsünün altını çizer. Ancak psikanalitik kuram kişinin ruhsal gelişimini yakın çevresi,...

Kutsal ve Söz

Aslen sözcükler birer sihirdi. Günümüzde bile söz eski sihir gücünün çoğunu muhafaza etmiştir. İnsan insanı sözle mutlu edebilirken yine...

Narsisistik Füzyon Talebi Olarak Haset

Aman ha! iyiliğini, güzelliğini, zenginliğini, başarını,sağlamlığını gösterme; haset edilirse yıkıma uğrar. Nazar, nesnelerin kendilerine ait güzelliği, ihtişamı, iyiliği sergilemelerine karşılık;...

Kohut’a Kısa Bir Giriş

1913 yılında Viyana’da dünyaya gelen ve psikanaliz serüvenini Chicago Psikanaliz Enstitüsü’nde sürdüren Heinz Kohut, kuramsal farklılıklardan dolayı yollarını ayırana...