Salı, Mart 19, 2024

Aşk

-

Biz insanlar, varlığımızı sürdürmek için bir diğerine ihtiyaç duyarız. Ötekiyle kurduğumuz ilişkilerde doğar, büyür ve gelişiriz. Birbirimizle kurduğumuz temasın önemli bir boyutunu da romantik ilişkiler ve bu bağlamda ortaya çıkması muhtemel aşk duygusu oluşturur. İnsanların çoğunun üzerinde kafa yorduğu ve görüş sahibi olduğu bir duygu olarak sık sık karşımıza çıkan aşk; hayatlarımızın bir döneminde karşılaştığımız, kıyısından yürüdüğümüz ya da derinliklerine daldığımız bir nehirdir. Binlerce yıldır konuşulagelmiş, bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalara konu olmuştur. Psikoloji, felsefe, edebiyat, biyoloji gibi çeşitli disiplinler tarafından ele alınarak açıklanmaya çalışılan aşkın günümüze kadar birçok tanımı yapılmış; farklı bakış açılarıyla yorumlanmış ve keskin bir tanım yapılamasa da bu duyguyu tanıma ve anlama konusunda önemli yol alınmıştır. Şimdiye kadar yapılan genel geçer tanımlara rağmen aşk, yaşayana özgüdür. Aşk, kimileri tarafından göklere çıkarılan yüce bir duygu olarak yorumlanırken kimileri tarafından zayıflık ve tutsaklık biçiminde yorumlanan bir duygu olarak karşımıza çıkmaktadır (Kurşunoğlu, 2014). Aşk; genellikle bir kişiye yöneltilen, duygusal, cinsel, bilişsel ve davranışsal bileşenlerden oluşan kompleks bir duygudur (Bartels ve Zeki, 2000). Türk Dil Kurumu, aşkı “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda, amor’’ biçiminde tanımlamaktadır. Zaman içerisinde meydana gelen kültürel ve toplumsal dönüşümler doğrultusunda aşk tanımları ve deneyimleri de farklılaşabilmektedir (Ercan, 2008).  Aşkın; bir başkasına duyulan şiddetli, tutkulu bir sevgiyi içerdiği kanısı yaygındır. Aşk; biyolojik, psikolojik ve çevresel birçok ögenin etkileşimiyle ortaya çıkar. Aşkın ne olduğunun ve nasıl ortaya çıktığının anlaşılmasında nörobiyoloji ve psikoloji perspektiflerinin katkıları büyüktür.

Biyolojik bakış açısına göre aşk, beyindeki ödüllendirici yapı olan limbik sistemin etkinleşmesi ve birtakım nörokimyasal aktiviteler sonucunda ortaya çıkan bir duygudur (Tufan ve Yaluğ, 2010). Aşkın oluşumunda büyük etkiye sahip olduğu düşünülen oksitosin ve vazopresin hormonları (Young ve Wang, 2004; akt. Eşel, 2007), pozitif sosyal davranışları artırır (Eşel, 2007). Oksitosin ise bağlanma ve sarılma ile ilişkilidir. Limbik sistem bağlanma, ödüllendirilme ve arzu ile ilgili olan dopaminin yoğun olarak salgılandığı beyin bölgeleri ile iç içedir. Dopamin salgılandığında kişiye iyilik hâli verir. İnsanlara âşık oldukları kişilerin fotoğrafları gösterildiğinde ve kokain gibi bağımlılık yapıcı maddeler kullanıldığında beynin ödül sistemi uyarılmaktadır (Bartels ve Zeki, 2000; akt. Öktem, 2013). Bartels ve Zeki (2004) tarafından yapılan bir araştırmada, annelere kendi çocuklarının ve tanıdıkları başka çocukların fotoğrafları gösterilmiş ve beyin aktiviteleri fMRI yöntemi ile ölçülmüştür. Annelerin kendi çocuklarının fotoğraflarına bakarken aktive olan beyin bölgeleri ile insanların âşık olduklarında aktive olan beyin bölgelerinin yine aynı bölgeler olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Tahmin edilebileceği üzere bu bölgeler beynin ödül merkezini oluşturan limbik yapılardır. Bağlanma, oksitosin ve vazopresin hormonlarının varlığıyla birlikte, anne ile bebek arasında olabileceği gibi romantik ilişkilerde de gerçekleşebilmektedir. Anne sevgisi ve romantik aşkın önemli ve ortak evrimsel amacı ise bakım verme ve türlerin devamını sağlamaktır (Bartels ve Zeki, 2004).

Yapılan tanımlamalar ve elde edilen bulgular ışığında, aşkın nörobiyolojik yönünün yanı sıra psikolojik yönünü de görebilir; aşk ve bağlanmanın psikolojik uzanımından söz edebiliriz. Aşk, insanın ruhsal dinamiklerini uzun vadeli ve derinden etkileyen fenomenlerden biridir. Nesneye yani sevilen ötekine verilen değer bağlamında insan ilişkilerinin en yoğun biçimlerindendir ve dolayısıyla nesne ilişkileri kuramının inceleme konusu olarak değerlendirilebilir (Arslanoğlu, 2002). Bu yazıda libido ve nesne ilişkileri kuramından detaylı olarak bahsedilmeyecek, kuram geniş bir perspektiften ele alınacaktır.

Konu aşk olduğunda elbette libido kavramından da söz etmek gerekir. Psikanalizin öncüsü Freud libidoyu, sevgi çatısı altında bir araya getirebildiğimiz tüm içgüdülerin enerjisi olarak tanımlar ve libidonun henüz ölçülemeyen fakat varlığı gözlemlenebilen bir kavram olduğunu vurgular. Ona göre libido kavramıyla açıklanan şeyin özünü, cinsel birleşmeyi temel alan erotik sevgi oluşturmaktadır (Freud, 1975). İnsan neslinin devamını sağlayan en temel itki libidodur. İçgüdüsel enerji, doğası gereği farklı yatırım nesnelerine ihtiyaç duyar ve nesneler üzerinden enerji boşalımı yoluyla haz elde eder (Murdock, 2018). Freud; libido kuramını şekillendirirken libidoyu, ego ve nesne libidosu olarak ayrıştırmıştır. Ego libidosu nesnelere yayılım yoluyla doyum elde etme eğilimindedir fakat sağlıklı nesne ilişkileri için bireyin kendisini nesnelerden çekebilme kapasitesine sahip olması gerekir. Yani birey âşık olduğunda libidosu sevilen nesneye yönelirken aşka karşılık alamadığında sevilen nesneden çekilebilmesi, ego libidosunun ihtiyacı olan esnekliğe sahip olduğunu gösterir. Melanie Klein’ın görüşlerinde ise bebekliğin erken dönemlerinde anne ile kurulan ilişki büyük öneme sahiptir. Bebek; içselleştirdiği iyi anneye sevgi, kötü anneye ise saldırganlık eğilimlerini yöneltir. Bebeğin gelişim sürecinde iyi ve kötü içsel nesneleri bütünleştirerek iyi ve kötünün birlikte var olabileceğini algılamasıyla kendi davranışları üzerine özdenetim becerisi gelişir (Arslanoğlu, 2002). Varoluşçu kuramcılardan Rollo May (2008), aşkı dört biçime ayırmış ve deneyimlenen aşkın çoğunlukla bu dört biçimden birine daha yakın olduğunu söylemiştir:  Aşkı cinsel dürtülere dönük olan “libido”, üretim ve yaratıma dönük olan “eros”, fedakarca sunulan sevgiye dönük olan “agape” ve dostça duyulan sevgiye dönük olan “filia” kavramlarıyla tanımlamıştır. Ayrıca May, sahici bir aşk deneyiminin bu aşk biçimlerinin bileşiminden meydana geldiğini savunmaktadır (May, 2008). Zick Rubin; aşkın bağlanma, gözetme ve yakınlık olmak üzere üç bileşenden oluştuğunu vurgulamıştır. Bağlanma, bir başkasıyla birlikte kalabilme ve duygusal karşılık alabilme; gözetme, âşık olunan kişinin mutluluğunu kendi mutluluğundan daha fazla önemseme; yakınlık ise âşık olunan kişiyle yoğun ve derin bir bağ kurma ve paylaşımda bulunma olarak açıklanmaktadır (Rubin, 1970; akt. Ercan, 2008). Aşk hakkında derinlemesine çalışan Sternberg’e göre ise aşk yakınlık, tutku ve karar/bağlılık bileşenlerinden oluşmaktadır. Yakınlık paylaşma, tutku romantizm ve cinsellik, karar/bağlılık ise aşkı devam ettirme ile karakterizedir (Sternberg ve Grajek, 1984; akt. Ercan, 2008). John Lee ise aşkın öğrenilmiş bir yaşantı olduğunu söyler (Lee,1973; Ercan, 2008).

Aşk hakkında ortaya atılan savlar ve yapılan çalışmalar bu kadarla sınırlı olmamakla birlikte aşkı ele alan teorisyenlerin nihai amacının aşkın bilinmezliğine ışık olmak ve bu duygunun doğuşundan bitişine kadar geçen süreci aydınlatmak olduğu söylenebilir. İnsan türü varlığını sürdürdükçe aşkı duyumsayacak ve onu bitmek bilmeyen tartışmalara konu edinmeye devam edecektir.

Kaynakça

Arslanoğlu, A.A. (2002). Halit Ziya Uşaklıgil’in Romanlarında Aşk ve Nesne İlişkileri. (Yüksek lisans tezi). Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Edebiyatı Bölümü.

Bartels, A. ve Zeki, S. (2000). The Neural Basis of Romantic Love. Neuroport 11(17), 3829-3834. (Erişim adresi: http://www.vislab.ucl.ac.uk/pdf/NeuralBasisOfLove.pdf)

Bartels, A. ve Zeki, S. (2004). The Neural Correlates of Maternal and Romantic Love. NeuroImage, 21(3), 1155-1166. doi:10.1016/j.neuroimage.2003.11.003

Büyük Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu. [https://sozluk.gov.tr/]. Erişim tarihi: 12 Temmuz 2020.

Ercan, H. (2008). Genç Yetişkinlerin Aşk Biçemleri ve Benlik Tipleri. (Doktora tezi). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitimde Psikolojik Hizmetler Anabilim Dalı Eğitim Psikolojisi Programı.

Eşel, E. (2007). Aşkın Biyolojik ve Evrimsel Temelleri. Yeni Symposium Psikiyatri, Nöroloji ve Davranış Bilimleri Dergisi, 45(1), 21-27.

Freud, S. (1975). Kitle Psikolojisi. (K. Şipal, Çev.). Bozak Yayınları.

Kurşunoğlu, M.S. (2014). Aşk’ın Ne’liği ve Kavramsal Doğası. Etüt Yayınları.

May, R. (2008). Aşk ve İrade. (Y. Namer, Çev.) Okuyan Us Yayınları.

Murdock, N.L. (2018). Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Yöntemleri Olgu Sunumu Yaklaşımıyla. (F. Akkoyun, Çev.). Nobel Akademik Yayıncılık. (Orijinal eserin yayın tarihi: 2009)

Öktem, Ö. (2013). Aşkın Nöral Temelleri. Nöropsikoloji Derneği Web Sitesi. (Erişim adresi: https://noropsikoloji.org/askin-noral-temelleri/)

Tufan, A.E. ve Yaluğ, İ. (2010). “Aşk” Fenomeni ve Sevgi İlişkilerinin Nörobiyolojisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar Dergisi, 2(4), 443-456.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Estetikten Öğrenmeye: Ruhsallıkta Boşluğun İzleri

Yüzünü uzak tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Göremiyorum Yüzünü yakın tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Tat alamıyorum -Şükrü Erbaş Her deneyim anlardan oluşur. Nitekim...

Varoluşsal Nasır

“Vahşet gömülmeyi reddeder. Halk arasındaki inanışlar Hikayeleri anlatılana kadar Mezarlarında yatmayı reddeden Hayaletlerle doludur.” Judith Herman, Travma ve İyileşm Bizim kültürümüzde kötü haber tez yayılır,...

Nasıl Görünüyorum?

İnsan nasıl göründüğünü görebilmek için başka gözlere ihtiyaç duyar. Başka gözler, çok uzakta değil, kısa bir göz mesafesinde, yakındadır....

Kendini Arayan Gafil

                        “Kim korkmamıştır otururken kendi kalbinin perdelerinin önünde?Rilke Bu yazı, sözlerini Ahmet Ali Arslan’ın...

Psikanalitik Aile Terapisi

Psikanalizin felsefi alt yapısı kişinin öznelliğinin ve bireysel öyküsünün altını çizer. Ancak psikanalitik kuram kişinin ruhsal gelişimini yakın çevresi,...

Kutsal ve Söz

Aslen sözcükler birer sihirdi. Günümüzde bile söz eski sihir gücünün çoğunu muhafaza etmiştir. İnsan insanı sözle mutlu edebilirken yine...

Narsisistik Füzyon Talebi Olarak Haset

Aman ha! iyiliğini, güzelliğini, zenginliğini, başarını,sağlamlığını gösterme; haset edilirse yıkıma uğrar. Nazar, nesnelerin kendilerine ait güzelliği, ihtişamı, iyiliği sergilemelerine karşılık;...

Kohut’a Kısa Bir Giriş

1913 yılında Viyana’da dünyaya gelen ve psikanaliz serüvenini Chicago Psikanaliz Enstitüsü’nde sürdüren Heinz Kohut, kuramsal farklılıklardan dolayı yollarını ayırana...