Perşembe, Mart 28, 2024

Arrival: Bellek, İletişim ve Zaman Üzerine Kısa Bir İnceleme

-

Arrival, vizyona girdiğinden beri hakkında çokça yazılıp çizilen bilim kurgu filmlerinden biri olmuştur. Dünyanın 12 farklı bölgesine uzay filolarının inmesiyle gelişen olayları konu alan Arrival; bizleri zaman, dil ve bellek konuları hakkında düşünmeye itmektedir. Odağında bahsedilen film olan bu incelemeye; -dil ve varlık ilişkisi ekseninde- bellek, dil ve zaman konularını açıklama girişimi olarak bakılabilir.

Türkçe sözlükte bellek “Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, dağarcık, akıl, hafıza, zihin.” olarak tanımlamıştır (Türkkan ve Akış, 2005). Tanımdan anlaşılan; belleğin geçmişle, dolayısıyla da zaman kavramıyla ilişkili olduğudur. Zaman kavramının ise “Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre” ve “Belirlenmiş olan an” olarak tanımlandığı görülmektedir (Türkkan ve Akış, 2005).

Peki, neden yazıya sözcüklerin sözlükteki anlamlarını ifade ederek başladık? Bunun ilk ve ana sebebi, insanı insanla dili ise yine dille anlamaya çalıştığımızı vurgulamaktır. Üzerine düşündüğümüz konular -“kendi kendilerinin nesneleri” oldukları için- bizi paradoksal bir tabloyla karşı karşıya bırakmaktadır. Dili kullanarak yine dil üzerine düşünmek zorunda olduğumuz bir alanla temas kurmaktayız. Bir diğer sebep ise filmin yüzeyinde anlatılan olayların dışında kalan dolaylı anlamı keşfetmeye çalışmaktır. Bu anlamı, sözcükler arası ilişkide aradık. Yine aynı sebepten, başlıkta dil yerine iletişim sözcüğünü kullandık. İletişim ve dil birbiri ile yakından ilişkili ancak eş anlamlı olmayan iki kelime (Morgan, 2017). Filmde de aynı ilişkiyi uzaylılarla ilk temas sahnesinde görüyoruz.  Dr. Louise, elindeki panoya “HUMAN” yazıyor ve iletişim aslında kendini tanımlamakla başlıyor.

Anımsamanın bilinip, unutulan şeyin hatırlanması; zamanınsa belirlenmiş olan an olarak tanımlanabilmesi filmin determinist bir tavırla bütünsel bir tablo çizmeye çalıştığını düşündürmektedir. Filmin gösterdiğinden daha fazlasını anlatmak istediğini düşünmemek elde değil. Bir anlatıda gizlenen anlamın kendi içinde derecelenmiş üç katmana sahip olduğu düşünülebilir: Birinci katman; herkesin anladığı, çoğunlukla algısal ve kısmen rasyonel bir katmandır. İkinci katman; film yahut kitaptaki ifadelerin birbiriyle ilişkilendirilmesiyle yine kısmen rasyonel ve semboliktir. Son katmansa neredeyse tinsel diyebileceğimiz bir katmandır. Bu tinsellik, sahip olduğumuz bilgiyi âdeta farklı bir alana iteleyerek onu “içsel bir yaşanmışlığa” dönüştürür ve söylenmediği hâlde kavranır. İşte Arrival, üçüncü katmana en yakın yapıtlardandır.

Filmde, üçüncü katmanı besleyen ilk sembolle uzaylıların yazı dillerine baktığımızda karşılaşıyoruz: Ouroboros. Bu sembol kendi kuyruğunu yiyen yılan veya ejderha olarak bilinmektedir. Roma mitolojisinde başlangıç ve bitişlerin tanrısıyla ilişkili bir semboldür. Sonsuz yaşam döngüsünü de temsil ettiği bilinmektedir. Ouroboros ayrıca filmin kurgusuna da gizlenmiştir: Filmin finali, ilk sahnesidir.

Louise, hastanenin dairesel koridorunda yürürken: “Ancak artık başlangıçlara ve sonlara inandığımdan pek emin değilim. Hikâyenizi belirleyen, yaşamınızın ötesinde günler var.” demektedir. Bu cümle; daha önce bahsettiğimiz gibi determinizme bir gönderme olmakla beraber, filmin akışı esnasında bildiğimiz zaman anlayışını da ilk ters yüz ediştir. Louise’in kızına verdiği “Hannah” isminin polindrom olması, filmin kendisinin de bir polindrom olduğunu anlamamız için bir ipucudur. Aslında filmin başında Hannah’nın hikâyesinin sonunu, filmin sonunda ise hikâyesinin başını izlemekteyiz.

İlerleyen sahnelerde fizikçi Ian, Louise’e uygarlığın temel taşının dil değil, bilim olduğunu söylemiştir. Bu söylemle Heidegger (2004)’in “Dil varlığın evidir.” sözü akla gelebilir. Peki, dilin varlığın evi olması ne demektir? Cevap, sorunun kendisinde gizlidir. Tıpkı bir polindrom gibi sorunun cevap, cevabın soru olması söz konusudur. Yani bizim “Ne?” sorusunu sormamız aslında insanlık olarak anlama çabamızı, anlama çabamızsa sembolik bir “başa dönüşü” temsil etmektedir. Bir şeyin ne olduğunu sormak yahut bunu cevaplama çabasına girmek her şeyin kaynağına inmeyi, yani anlama uğraşını temsil eder. Heidegger, özünde araçsal olmayan dil anlayışını benimsemiş bir düşünür olarak dilin insan varlığının parçası olduğunu ifade ediyor gibi görünmektedir (Çil, 2012).

Dil-varlık ilişkisini son olarak İncil’de geçen şu çarpıcı ifadeyle güçlendirebiliriz:

“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı. Yaşam O’ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi.” (Yuhanna İncili 1: 1-5).

Belirtmek gerekir ki yukarıdaki alıntı, konuyu daha iyi aktarmaya hizmet etmektedir. Hermenötiğin Hristiyan teolojisindeki metinleri yorumlarken ortaya çıktığı düşünülürse Heidegger ve İncil arasındaki bağlantı tesadüf gibi görünmemektedir.

Toparlanacak olursa; bütün bunlar (dairesellik [ouroboros], uzaylıların yazı dili, polindrom, dil-varlık ilişkisi) bize dilin dinamizmini ve canlılığını göstermektedir. Zira Louise; uzaylılarla gerçek bir temasa geçtiğinde koruyucu elbiselerini çıkarmış, paravana dokunarak onlarla temas kurmuştur. Bu temastan sonra Louise, mevcut lineer zaman algısını kaybetmeye başlamıştır. Diğer detaylardan biri uzaylıların yazı dillerini kendi bedenlerine ait mürekkebe benzer bir maddeyle kullanmalarıdır. Belki de filmde, dilin varlığın bir parçası olduğunun nasıl somutlaştırıldığını görüyoruz. Ayrıca insanlar, uzaylıların gemilerinin algılama olmaksızın birbirleriyle iletişim kurabildiklerini düşünmektedirler. Bu detay, dilin zaman ve mekân ötesine geçebilirliğine işaret ediyor olabilir.

Filmde Louise, uzaylıların dilini öğrendikçe Louise’in kavrayışının ve algısının da değiştiği görülmektedir. Bu sahnede Sapir-Whorf hipotezinden söz açılmış (Whorf, 1956; akt. Deutscher, 2015), kahramanımız Sapir-Whorf hipotezini şu şekilde ifade etmiştir.

“Sapir-Whorf hipotezi. Bu şöyle bir teori ki konuştuğun dil düşünce biçimini belirler diyorlar.”

Filmin ilerleyen dakikalarında Louise’in gelecekte “Evrensel Dil” isminde bir kitap yazmış olduğunu görüyoruz. Yönetmen Denis Villeneuve, Enemy filminde olduğu gibi bu filminde de sembolizmi ustalıkla kullanmıştır. Filme sinen ezoterizmi fark etmemekse zordur. Dikkat edilirse gizli bilimlerin temel çıkış noktalarından biri, evrenin sahip olunan bilgi ve tecrübeyle yorumlanabilecek bir dili olduğu inancıdır – ki bu kimilerine göre matematiksel bir dildir (Heinz ve Kur, 2004).

Loftus  ve arkadaşlarının (1975; akt. Solso vd., 2014) sahte anı çalışmaları belleğimizdeki bilginin sabit değil, sürekli yeniden yapılanan bir doğada olduğunu göstermiştir. Belleğimiz, biz yaşarken hikâyemizi sürekli yazmaya ve yeniden yapılandırmaya devam eder. Aslında belleğimiz için zamana tam bir bağlılık söz konusu değildir. Filmin ilk sahnesinde Louise’in dediklerini hatırlayalım:

“Bellek tuhaf bir şey. Hiç düşündüğüm gibi işlemiyor. Düzeni gereği zamana çok bağlıyız.”

Burada bir tutarsızlık var gibi görünüyorsa da film, -belleğimizin düzeni gereği- zamana bağlı olduğumuzu söyleyerek aslında bunun tersinin de mümkün olduğunu ileri sürmektedir. Nitekim Louise’in temasla öğrendiği dil, onun belleğinin düzenini değiştirmiş ve uzaylıların tabiriyle “silah” (dil) zamanın kapılarını açmıştır.

Son olarak Louise neden geleceğini bilmesine rağmen her şeyi kabullenip sabırla olacakları yaşamayı seçmiştir? Çünkü öğrendiği dil, Louise’i varlığın içine hapsetmiştir. Louise artık başının ve sonunun aynı olduğu dairesel bir bütünlüğü kavrayabildiği için yaşamın anlardan oluştuğunu kavramış ve nedensellikten sıyrılarak yaşantılamayı öncelemiştir. 

 

Kaynakça:

Çil, D. A. (2012). Heidegger’de varlık ve dil. Özne, Heidegger Özel Sayısı, 69-75.

Deutscher, G. (2015). Dilin aynasından. (C. Yardımcı, Çev.). Metis Yayıncılık. (Orijinal eserin yayın tarihi, 2010).

Heidegger, M. (2004). Sanat eserinin kökeni. (F. Tepebaşılı, Çev.). Babil Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi, 1950).

Heinz, A.V. ve Kur, F. (2004). Gizli bilimler ansiklopedisi. (B. Atatanır, Çev.). Omega Yayıncılık.

İncil. (2003). Yeni Yaşam Yayınları. 2. Basım.

Morgan, C. T. (2017). Psikolojiye giriş. (Karakaş, S. ve Eski, R. ). (Ed.). Eğitim Kitabevi Yayınları.

Solso, R. L., Maclin, M. K. ve Maclin, O. H. (2014) Bilişsel psikoloji. (Çev. A. Ayçiçeği-Dinn). İstanbul: Kitabevi Yayınları.

Türkkan, M. ve Akış, B. (2005). Türkçe sözlük. Gendaş, 1. Baskı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Estetikten Öğrenmeye: Ruhsallıkta Boşluğun İzleri

Yüzünü uzak tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Göremiyorum Yüzünü yakın tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Tat alamıyorum -Şükrü Erbaş Her deneyim anlardan oluşur. Nitekim...

Varoluşsal Nasır

“Vahşet gömülmeyi reddeder. Halk arasındaki inanışlar Hikayeleri anlatılana kadar Mezarlarında yatmayı reddeden Hayaletlerle doludur.” Judith Herman, Travma ve İyileşm Bizim kültürümüzde kötü haber tez yayılır,...

Nasıl Görünüyorum?

İnsan nasıl göründüğünü görebilmek için başka gözlere ihtiyaç duyar. Başka gözler, çok uzakta değil, kısa bir göz mesafesinde, yakındadır....

Kendini Arayan Gafil

                        “Kim korkmamıştır otururken kendi kalbinin perdelerinin önünde?Rilke Bu yazı, sözlerini Ahmet Ali Arslan’ın...

Psikanalitik Aile Terapisi

Psikanalizin felsefi alt yapısı kişinin öznelliğinin ve bireysel öyküsünün altını çizer. Ancak psikanalitik kuram kişinin ruhsal gelişimini yakın çevresi,...

Kutsal ve Söz

Aslen sözcükler birer sihirdi. Günümüzde bile söz eski sihir gücünün çoğunu muhafaza etmiştir. İnsan insanı sözle mutlu edebilirken yine...

Narsisistik Füzyon Talebi Olarak Haset

Aman ha! iyiliğini, güzelliğini, zenginliğini, başarını,sağlamlığını gösterme; haset edilirse yıkıma uğrar. Nazar, nesnelerin kendilerine ait güzelliği, ihtişamı, iyiliği sergilemelerine karşılık;...

Kohut’a Kısa Bir Giriş

1913 yılında Viyana’da dünyaya gelen ve psikanaliz serüvenini Chicago Psikanaliz Enstitüsü’nde sürdüren Heinz Kohut, kuramsal farklılıklardan dolayı yollarını ayırana...